Modern mimarlık ve araba hemen hemen aynı zamanlarda ortaya çıkmıştır. Otto Wagner 1896 yılında o günün canlandırmacı neo-klasik üsluplarına karşı çıkan ve işlevselliği savunan Modern Mimarlık kitabını yazdığında, Henry Ford Quadracycle isimli arabasını tasarlayalı iki yıl olmuştu. Benzer şekilde Louis Sullivan 1896 tarihli yazısında daha sonraları sloganlaşacak “biçim her zaman işlevi izler” önermesini dile getirdiğinde, Benz firması ilk içten yanmalı Boxer motoru üretmiş ve patentini almıştı. Frank Lloyd Wright 1909 tarihinde
Robie Evi’ni tasarladığında ise Henry Ford toplamda on beş milyon adet üretilecek olan T modelinin dünyaya tanıtımını gerçekleştirmişti.


20.yüzyıl başlarındaki sanatsal üretimlere benzer şekilde, tamamen yeni bir yapı kültürü ortaya koymaya çalışan dönemin avant-garde mimarları da arabanın varlığından etkilenirler ve gerek kentsel ölçekte gerekse yapı ölçeğinde arabanın getireceği yenilikleri ve mimarlıkta yaşanacak dönüşümü sorgularlar. Hatta erken modern dönemin önemli mimarlarından
Adolf Loos, Le Corbusier, Walter Gropius, Frank Lloyd Wright ve Buckminister Fuller gibi isimler daha da ileri giderek araba tasarımları bile yaparlar.
Mimarlar tarafından tasarlanan arabalara ek olarak bu çalışma, araba ile gelen hız, zaman ve hareket konularının nasıl mimarlık tarafından sahiplenildiğini, nasıl mimari kavramlara dönüştüğünü ve mimarlık pratiğini ve temsilini nasıl etkilediğini tartışmak amacı taşımaktadır.