Lucas Harari’nin 2017 yılında basılan kitabı L’aimant (Mıknatıs), İngilizce tercümesinde Swimming In Darkness (Karanlıkta Yüzmek), Türkçede ise Dağın Kalbi başlıklarıyla yayınlandı. Elbette bu üç başlık da hikayenin bir ucundan tutuyor. Gizem, saplantı ve bunların doğal sonucu olarak suçun da yer aldığı maceranın fonunda ise Peter Zumthor’un tasarladığı kaplıca var.
Bu büyüleyici kompleks; İsviçre, Vals bölgesindeki mevcut otel ve kaplıcaların tekrar projelendirmesi sonucu ortaya çıkmış. Zumthor tasarımının doğa ve topoğrafya ile kurduğu dengeyi “Dağ, taş, su. Taşta inşa etmek, taşla inşa etmek; dağın içine, dağdan inşa etmek, dağın içinde olmak” çağrışımlarının mimari bir yorumu olarak açıklıyor.

Taş, su ve ışığın; adeta manevi bir rikkat ile bir araya geldiği “kaplıca”; mistik tecrübeyi “ibadethane” veya “anıt” tekelinden koparıp, kaplıcaya (siz ‘hamam’ diye okuyunuz) tevdî ettiği için bile, sahip olduğu Pritzker ödülünü gölgede bırakacak derecede takdiri hak ediyor!
Topoğrafya ile uyumu, bölgeye kattığı katma değer, yöreye ait kuvarsit taşının kullanımı ve hatta ocaklardan inşaat alanına nakliyesi için kurulan sistem ve yöre halkının da komplekste hissedar oluşuyla; sürdürülebilir mimarlık ve sertifika endüstrisine sağlam ve fiyakalı bir cevap özelliği ile de heyecan uyandıran kaplıcanın başına olmadık işler de gelmiş!

Açıldıktan 16 yıl sonra, 2012 yılında Vals sakini bir yatırımcı olan (Zumthor’un tabiriyle “kendini beğenmişi”) Remo Stoffel tarafından satın alınan kompleks lüks bir otele çevrilmiş ve (yine Zumthor’un ifadesiyle) “...bu sosyal proje de mevtâ olmuştur.” Maalesef dahası da var; Pritzker ödüllü bir başka mimar Thom Mayne’nin kurucu ortağı olduğu Morphosis firması da “dağın kalbine” 408 m yüksekliğinde “minimalist” bir gökdelen/otel önermiş! Zumthorun tasarımını eksi (-) ile çarpalım, ortaya çıkan bu.

Neyse ki bu yazının konusu olan çizgi romanın sanatçısı Hariri, Zumthor’un fikirleri ile daha sağlam bir diyalog kurmuş.
Harari mimar ebeveynler, senarist ve yönetmen kardeşlerle birlikte büyümüş. Mekân, hikaye, sekans ve kadraj muhakkak ki aşinası olduğu kavramlar. Çizgi romanı da bu birikimi hakkıyla yansıtan bir estetik, palet, mizanpaj ve ritme sahip. Ağır akan bir hikaye değil ama konuşma balonlarından ziyade panellerin sıralı kompozisyonu ile aktarılan bir zaman kurgusu var. Harari bu durumun doğallığını, hikaye ve okuyucuyu yakınlaştırdığını isabetli bir şekilde tespit ediyor: “Konuşmadığınız da birçok an var.”
Vals Kaplıcalarını ilk defa 13 yaşında (2003 yılında, yani henüz lüks bir otel değil, sosyal bir proje iken) ziyaret eden Harari; malzeme, ışık, ses, bağlam, manzara, renk ve plan kurgusundan; adeta bir kitaptan, bir filmden etkilenildiği gibi etkilenmiş. Diploma projesi olarak ürettiği çizgi romanda bu mimariyi kullanmaya karar verdiğinde ise hakim mimarlık anlatısında aktarılan argümanları (duyular aracılığıyla kurulan doğal, dingin ilişki) adeta ters-yüz edip “Bir gerilim filmi için mükemmel bir ortam”a dönüştürmeye çalışmış.

Çizgi romanın kahramanı ise Vals kaplıcaları üzerine akademik bir çalışma yapan ama bu uğurda da kendini tüketmiş eski bir mimarlık öğrencisi olan Pierre. Sebebini anlayamadığımız bir çekimle (mıknatıs) Vals’e doğru cezbedilmektedir. Küçük bir kuvarsit taşı üzerinden dağ ile kurduğu ilişki; günlük rutini ve bu rutin içinde muğlak bir zaman ve mekânı tecrübe ettiği kaplıcalar arasındaki labirenttir.
İşin gerilim faslını arttıran iki unsur daha var. Birincisi, benzer bir deneyimi araştıran, tekinsiz bir karakter Philippe Valeret. Ve ikincisi de fantastik bir temayı inandırıcı kılmak için Harari’nin uydurduğu bir yerel bir efsane! Sanatçı bu efsaneyi uydurmasının bir sebebinin de “Modernitenin tüm işaretlerini taşıyan bir mimarinin kalbine çok eski bir boyut kazandırmak” olarak açıklıyor.
Tüm bu belirsizlikler içinde cevapların, bizatihi belirsiz ve münbit bir vasfı olan “eskiz defteri”nde aranması ise herhalde tasarımcıları tebessüm ettirecek, bir detay olarak dikkat çekmektedir.
2017 yılında basılan çizgi romanın, Türkçe baskısı için Karakarga Yayınlarına teşekkür ediyoruz. Tercümesi Tolga Üyken tarafından yapılan bu eser için seçilen VAls kaplıcaları ve mekânlara ait panelleri mizanpajı ve niteliği hikayeyi çok daha cazip hale getiriyor.